PEMBE CÜZDAN
“Bana mı aldın bunu gerçekten?”
“E herhalde yani. Kimin doğum günü kızım?”
“Ya nerden bildin bundan istediğimi?”
“Bende de yeşili var ya işte sen pembe seversin dedim, süslü! Hem bak cırt cırtlı işte aynı benimkinden.”
“Ama ben bakmıştım çarşıda, çok pahalıydı bunlar… Ya çok teşekkür ederim!”
Apartmanın oyun yolu yaptığımız merdiven aralığında verivermiştin öyle dünyanın en normal şeyiymiş gibi hayatımın en güzel hediyelerinden birini. O kadar sevindiğim bir hediye az olmuştur. Ne o yaşlarda ne sonrasında, hiçbir hediyenin anısı o pembe cüzdanınkini silemedi. Harçlıklarınla benim için aldığın pembe cüzdan.
Çocukluğum, masumiyetim, hayat hevesim canım arkadaşım. Arkadaş kelimesi öyle boş değil işte. Arkasını kolladın kırılgan çocukluğumun yıllarca. Yılların, okulların öğretemeyeceği bir çocuk bilgeliğiyle, kolunu boynuma doladın kalbim kalp kırıklığının ne olduğunu bile bilmezken acıdığında. Canım her sıkıldığında ev kavgalarından, sana sığındım koşarak. Utanırdım göz yaşı akıtmaya ama sen bilirdin. Bildiğini belli etmezdin ama bildiğini bilirdim. Çocukluğumun en sessiz en sözsüz anlaşmalarısın sen. Birlikte başka bir alemimiz vardı bizim. Çocuklukla ergenlik arası bir yerde, evlerimizin korunaklı köşelerinde, apartman boşluklarında, parklarda oynadığımız oyunlar bizi birazdan karışacağımız yaban hayatına hazırlardı. Dillendirilmemiş küsüşmelerimiz bize aramıza girecek yılların, yolların birbirimiz olmadan nasıl yaşanacağının kısa ömürlü işaret fişeklerini çakardı. Her şey tam olsa bile çok önemli bir şeyin eksik olacağı yaşamların cılız işaretleri…
O doğum günümde bir tek sen vardın. Başka arkadaşlarım da vardı tabii ama hiçbiri senin gibi değildi. Hiç kimseyi istememiş, çağırmamıştım. Bilirsin öyle görünmem ama vardır gizli bir yabaniliğim. Fotoğrafımız var beraber pastamı üflerken. Arkada da annemle babam bize bakıyorlar. Kafamızda kocaman kurdeleler, saçlarımız aynı model toplanmış. Önceden planlamış olmalıyız giyeceklerimizi, çünkü neredeyse ikiz gibiyiz. Ya da belki ben sana göre değiştirmişimdir kıyafetimi. Her çocuk kadar kıskançtım fakat seni hiç kıskanmazdım. Senin gibi olmak isterdim ama… İyi ki istemişim, iyi ki seni çocukluğumun öğretmeni yapmışım. Benden üstün olduğun ya da benden daha çok şey bildiğin için değil de; galiba tıpkı benim gibi olduğun için… Saçların hariç… Soluk renkli doğum günü fotoğrafımızda da benim saçlarım kıvırcık seninkiler yine düz, pırıl pırıl, sarı, her daim güzel saçların…
O doğum gününde de bizim evde özel günlerde alışılageldiği üzere her şey tatsız başlamıştı. Annemle babam daha kahvaltı sofrasında birbirlerini iğnelemişler, annem pastanın kekini yakmış, doğum günü hediyemle kapıda beliren babaannemin eve adım atar atmaz başlayan sitemleri evin ortasına birer minik sis bombası gibi düşüp nefeslerimiz daraltmıştı. Ben sana koşmuştum yine, iki kat aşağıya seni çağırma bahanesiyle. İşte o merdiven aralığında uzatıvermiştin pembe cüzdanı bana… Mutluluğumuz ikimize ait kalsın istemiştin belki kim bilir…
Biliyorsun yazı atölyesine devam ediyorum bir süredir. Her hafta bir şeyler yazıyoruz. Bu haftanın konusu da bir doğum günüydü. Bu mektup dışında içimden hiçbir şey yazmak gelmedi ne yalan söyleyeyim. Hayatımın bana ait olan tam kırk dört doğum gününü gözden geçirdim. Annemin kucağında, sevdiceğin kollarında, mutlu, mutsuz, umutlu, umutsuz, evde, meyhanede, uçakta, yalnız, kalabalık… Özel veya güzel olmadıkları için değil ama hiç biri yazacak hevesi vermedi bana. Seninle ve pembe cüzdanla olan o doğum günüm hariç. Sanırım, bugünlerde her şey tamam ama o çok önemli şey eksik olduğu için. Seni çok özlüyorum canım arkadaşım.